Bunlar çoğu zaman neyin niçin yapıldığına pek kafa yormazlar, sorgulamazlar ve irdelemezler. Zorda kaldıklarında “babadan, dededen böyle gördüklerini” söyleyip geçerler. Babalarının, dedelerinin kendi zamanlarını ve olanaklarını yaşadıklarını, o günden bu yana çok şeyin değiştiğini, algılayamazlar bir türlü.
Geçmişi bu günde yaşamanın bir mantığı var mı? Ya da hiçbir şey değişmemiş gibi bu günü geçmişe uyarlamak da eşyanın tabiatına aykırı düşmez mi? Burada geçmişi unutalım gibi bir savımız olamaz elbette. Geçmiş bizim kültür zenginliğimiz olarak sahip çıkmamız gereken değerlerimizdir.
Bu gelenekselliğin açılımı, geniş bir yelpazeyi kaplar. Bunun içinde toplumsallığın tutkalı olan çok önemli değerlerimiz de vardır. Bu değerlerin yaşaması elbette gereklidir. Ne var ki kimi alışkanlık ve geleneklerimizin de irdelenmesi, ayıklanması gerektiğini düşünüyorum.
Söz gelimi, çağdaş toplumsallıkla bağdaşmayan, sorumluluk ve haklarımıza doğrudan sahip çıkamayışımızda, şu havalecilik alışkanlığımız ne kötü değil mi? Kendi sorumluluk ve haklarımızın savunulmasını, hep bir başkasına bırakır, bunu da bir cinlik-akıllılık sayarız. Hele de toplumsal sorunlarımıza bireysel yaklaşımımız yok mu? “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” zihniyeti toplumsallıkla hiç de örtüşmez. Toplumsallığın en önemli yanı toplumsal sorunlara, toplumsal tepkiler oluşturmakla gerçekleştirilebilir, kanımca.
Toplumsallık, temel değerler ekseninde sevgi, acıma, dayanışma, bölüşüm ve güvenle oluşur. Bireysellik ve bencillikse bu oluşumun önündeki en olumsuz engeldir, bence.
Toplumsal tepkiler (kırıp- dökmeden, yasal zeminler üzerinde demokratik hakların kullanılması sınırları içinde) en doğal hakkımızdır. Bu hakkı başkalarına havale etmekse, nemelazımcılık duyarsızlığına götürmez mi bizi? Kendimiz için göze alamadığımız özveriyi, başkalarının bize göstermesini nasıl isteyebiliriz?
Hiç kimseden bizim için elini taşın altına koymasını da beklemeğe hakkımız olduğunu sanmıyorum. “Armut piş, ağzıma düş” özdeyişi eylemsizliğin, pasifliğin kınanması anlamına gelmez mi? Armudu pişirenlerin, öncelikle kendilerini düşünmeleri de doğal değil mi? Öyleyse, böyle bir beklentiye girmek başkalarını ahmak yerine koyarken kendi ahmaklığımızın bilincine varamadığımızı göstermez mi? Bu yaklaşımla toplumsal sorunlarımız, hiçbir zaman çözüme kavuşmaz umutsuzluğunu taşıyorum; karamsarlığı sevmesem de…
Bu konuda ne kadar yanıldığımız, aldandığımız ortada. Kendimizi adam yerine koyamamanın bedelini bu gün çok ağır ödemiyor muyuz? Bu olumsuzluğu kendimize uygun görüyorsak başkaları neden adam yerine koysunlar ki bizi.