Meşhur bir İslam mütefekkiri devletlerin insanlara benzediğini söyler. Bu bakımdan bir devlet, insan gibi doğar büyür ve ölür. Burası mevzûnun mücerret tarafı. Meselenin bu vechesini pek idrak eden olmaz böylesi bir zamanda.
***
Nizamını Roma’dan, ahlâkını Hıristiyanlıktan, akıl gibi girift varlığı Eski Yunan’dan öğrenerek Rönesansını gerçekleştiren Batı uygarlığı’nın, bugünkü “çöküş” ve “pörsüme” hüviyetini felsefe oluşturmuştur.
Batı’nın çöküşü ve Felsefî kriz
Batı’nın çöküşü aşikar.
Bu çöküş umumi efkarın sandığı gibi iktisadi bir krizin neticesinden doğan bir çöküş değil. Batı uygarlığında iktisadın ağırlıklı bir yeri olduğu için, Batı’nın pörsüme devrisinde müşahhas sebeplerin başında iktisat sorunu algılanmaktadır. Hâlbuki bu temelden yanlış bir çıkarımdır.
Nasıl mı?
İşte cevabı...
Batı’nın bu çağdaki krizi ve çöküşünün temelinde yatan sebep, felsefî bir krizden alâkalıdır. Bu yüzden Batı içine düştüğü keşmekeşten kurtulamayacaktır. Zira krizin sebebi felsefî dehalardır.
Özellikle İkinci Cihan harbinden sonra, Batı’da, felsenin adı var, deha çaplı filozofu yoktur. O halde sıkıntının ve krizin kaynağı, birçoğu yahudi olan 19. Yüzyıl filozoflarındadır. Her biri deha çaplı olan bu cins kafalar, cemiyetteki bütün sıkıntılar karşısında İslamiyet gibi bir güneşten yoksun oldukları için büyük buhrana kapı aralamışlar ve bir asır sonra bugünkü Batı’nın çöküşünü bir nevi hazırlamışlardır.
Batı çöküyor.
Bize kalan çöken binanın altında enkaz olmak mıdır?
Yoksa dehalarımızı keşfedip ve onlarla istihdam yollarını açmak mıdır? Bu sualin cevabı eğer müspet bir cevap ise, tatbikat açısından ilk yapılması gereken iş, dehalarımızı içine alacak “akıl terkibini” yani “akl-ı selim terkibini” inşa edebilmektir. İslam orta zekalıların idrakine emanet edilecek kadar kıymetsiz değil.