“Güle Güle Babacık” Demek İstedim, Diyemedim!

HER ölüm erkendir aslında ve buruk bir veda bırakır yüreklerde…

Şairin dediği gibi;

“Gitmekle gidilmiyor ki

Gitmekle gitmiş olamazsın!

Gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır…”

Sahuru yeni bitirmiştik ki, kardeşim Mehmet İmamoğlu, Facebook sayfasında şunları paylaşmıştı:

Babamın çok sevdiği bir repliği aziz anısına paylaşıyorum.

“Görüyorum hepiniz gardıroba koşmaya hazırlanıyorsunuz. Birazdan tiyatro bomboş kalacak. Ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virginia’nın bir diyalogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler.

Artık kendimiz yokuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldanır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır… Perde !”

"Atilla" babacık demek...

Güle güle babacık.

Ben, bir rahmetli annemin, bir de geçtiğimiz aylarda hakka yürüyen merhum Mahmut Bakır’ın vefatında böyle olmuştum.

Yutkundum sadece…

Bu, sanki bir ölümün habercisi bir mesajdı ama yakıştıramıyordum…

Ben de tıpkı Mehmet gibi “güle güle babacık” demek istedim ama onu da diyemedim.

“Gidemez” dedim. “Ne oldu ki gidecek” dedim.

Öğrendim sonra. Önce “canımızı tenimizden”; Sevgili Atilla Abimi bizden ayırmıştı, ederi iki lira bile olmayan bir trafik canavarı.

Çok kötü bir şey olduğunu biliyorum ama elimde değil, ben kimseye “Başın sağolsun” diyemiyorum. Hele sevdiğim biri ise çekip giden, ona hiç yakıştıramıyorum bu gidişleri.

Aradan geçen birkaç saatten sonra, “Gerçekler acıdır” misali telefonu aldım elime ve Mehmet’i aradım.


Üç beş kelimeyi zor ettim Mehmet’e.

Konuşamadım, haberi aldığımda ağlayamamıştım, belki de şoktaydım ama Mehmet’le konuşurken, daha doğrusu konuşamadan kapattım ama hıçkırıklara boğularak ağlıyordum bu kez.

Benim için hayatımda iz bırakan üç – dört insandan biriydi Merhum Atilla İmamoğlu.

Baba gibiydi benim için. “Gibi”si fazla gelir, manen babamdı, çocukları da kardeşim.

Hem iyi hem de kötü günlerimde hep yanımda, yakınımda olan bir büyüğüm.

En son geçen hafta içinde görüşmüştük. Cumartesi Melis’in Amerika’ya gideceğini öğrenince “Hesap numarasını ver, dedesiyim harçlık göndereceğim” diyerek hesabına para yatıracak kadar yakınıydım, ben onun.

Yazdığım ilk kitabı da ona ithaf etmiştim de, nasıl mahcup olmuştu kitabımı eline aldığında.

AĞIT YAKMAYIN, GÖZYAŞI DÖKMEYİN!

BİLENLER bilir, hakikaten abartmıyorum o, “Bulunmaz Bursa kumaşı” cinsinden eşsiz bir insandı.

Çok fazla doğrucu olması, olması gerekenden çok fazla dürüst olması, onu tanımayanlar için çok sempatik gelmiyordu ama o siyasette de hep dürüst, hep namuslu kalabilmiş bir insandı.

Zaten bize bıraktığı en büyük mirası da onun bu hasletleri değil mi?

Mehmet’in acı haberi verdiği o mesajının altına Gülay Kemer isimli bir arkadaş bir yorum yazmış: “Bırakın uyuyayım, ruhum günlere gecelere doydu. İşte dağın zirvesine ulaştım, işte ruhum özgürlük ve kurtuluş göğüne daldı. Ağıt yakmayın, gözyaşı dökmeyin, ah çekişlerle, sızlanmalarla kaplamayın göğsümü. Gidişimden kederle söz etmeyin, gözlerinizi kapatın; beni şimdi, yarın ve ondan sonra da aranızda görürsünüz. Gecenin hayalleri gelsin ve yanıma oturabilsin diye geniş kazın kabrimi. Beni yalnız bırakın ve ayrılın sessizce.”

Allah yattığın yeri nurlarla doldursun, mekânını cennet eylesin Atilla Abim.

Yok ama varsa hakkımız, milyon kez helal olsun Atilla Abim…