Bugün ülkemizde olup bitenler, yarınımıza, yarınlarımıza zarar verecek gibi bir olguyu ortaya koymaktadır. Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ Paşanın tutuklanıp cezaevine konulmasıyla tartışmanın tansiyonu yeniden yükseldi. Başbuğ olayının Üstüne bir de Ana muhalefet Partisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında Silivri Savcılığı’nın fezleke hazırlaması konuyu siyasetin bir numaralı gündem maddesi haline getirmiştir.
Her hafta salı günleri olduğu gibi dün de yine TBMM’de siyasi parti başkanlarının haftalık olağan grup toplantıları vardı. Partilerin bu haftaki toplantılarında üzerinde durdukları konu, İlker Başbuğ’un tutuklanıp Silivri cezaevine konulması ve yargı tartışmalarıydı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Silivri Savcılığı’nın hakkında hazırlayıp dokunulmazlığının kaldırılması için Meclis’e gönderdiği fezleke konusunda çok sert, çok ağır ifadelerle hükümete ve yargıya yüklendi.
Kılıçdaroğlu ne demişti;
İşte fezlekeye neden olan sözleri…
“Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum”
CHP lideri Kılıçdaroğlu, 9 Kasım 2011 tarihinde Silivri Cezaevi’nde Ergenekon’dan tutuklu CHP’li milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ı ziyaret etmiş, ardından cezaevi önünde açıklamalar yapmıştı. Kılıçdaroğlu, Silivri Cezaevi’ni bir toplama kampına benzeterek şunları söylemişti: “Burada önyargılı, siyasi otoritenin emrinde olan yargıçların, sadece oynadıkları bir tiyatro var. Bunun adına ’Yargılama, demokrasi’ diyorlar. Bu, ne demokrasidir ne de adalet dağıtmadır. Bunların kaçma imkanları yok. Zaten kaçamazlar, ülkelerini seviyorlar. Bunlar, yeminlerini içerek, görevlerini yapmak istiyorlar. Ama bu görevler maalesef bazı yargıçlar tarafından engelleniyor. Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum. Çünkü yargıç, ’vicdanıyla hareket eden kişi’ demektir. Vicdanı ile hareket etmeyen bir yargıç, yargıç olabilir mi? Anayasanın 90. maddesi, T.C.’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler var. Bunları görmemezlikten gelip, ’Ben bildiğimi okurum’ mantığıyla yola çıkarsanız, adalet dağıtamazsınız. Buradakilerin tek bir ortak paydası var: İktidara muhalif olmak. İktidara muhalif olmanın bedeli, 21. yüzyılın Türkiye’sinde Silivri’de toplama kampında olmaktır. Bu bir demokrasi ayıbıdır.”
Diğer yandan Türkiye Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi gerçekten de değişiyor mu? İlerliyor mu? Demokrasisi ilerliyor da, bizler mi farkında değiliz. Eğer değişiyorsa bu değişim acaba ne kadar sağlıklı bir zeminde yürüyor? İşte o gerçekten tartışmalı.
Başbakanın yorumu;
Silivri savcısı tarafından Kılıçdaroğlu hakkında düzenlenen fezleke ile ilgili konuşan Başbakan Erdoğan, “Olması gereken olmuştur. Çünkü Silivri Cezaevi için yapmış olduğu açıklama ve şu anda orada bir çadır kurulması vesaire tüm bunlarla ilgili yaptığı açıklama... Hele hele bugün yapmış olduğu açıklama. Yani 'AK Parti bir katını yargıya tahsis etmeli' filan diye”…
Yürürlükteki anayasa diyor ki; “Türkiye, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir...”
Zaten olması gereken, özlenen de bu. Aksi takdirde hukuk devletinin olmadığı, sakatlandığı bir ortamda demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Peki, Türkiye hukuk devleti...
Ama Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin 5 yıl mı 7 yıl mı olacağına kim karar veriyor?
Normal işleyen bir hukuk devletinde böyle tartışma olur mu? Siyasetçiler, kamuoyu aylar, hatta yıllardan beri cumhurbaşkanının görev süresinin kaç yıl olduğunu tartışır mı?
AKP’li de CHP’li de MHP’li de BDP’li de meclis dışındakilerde dahil siyasetçilerin bir bölümü, Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin anayasa hükmü gereğince 5 yıl olacağını “kişisel görüş” vurgulaması da yapma ihtiyacı duyarak söylüyordu.