O iki kadının da adı “Fatma”

Son yazımda “Sahi, o iki kadın kimdi?” sorusunu gündeme getirmiştim.

92’nci yılını kutladığımız düşman işgalimizden kurtuluşumuzun yıldönümünde bir sorgulama yapmıştım.

Sahi, o iki kadın kimdi?” diye.

Evet, “Sahi, o iki kadın kimdi? sorusunun cevabını bulduk.

**

1979’un Haziran ayıydı.

Bundan tam 33 yıl önce yani.

Ortaokulu bitirmiş, liseye gidecektim.

Abim, yaz tatilinde boş gezmemem ve meslek edinmem için elimden tutup beni matbaaya getirdi.

O zamanlar Ara Çarşıydı adı, şimdi nedir vallahi bilmiyorum.

Eski Etibank’ın hemen altındaki sokaktı.

Yani şimdiki, Trabzon Caddesindeki Akbank’ın hemen sağ Akmansoy Market’in arkasındaki sokaktaydı matbaa.

Özen Matbaa…

Ekrem Ziya Açoğlu ile Mahir Karademir ortaklığındaki matbaaya getirdi abim beni.

Matbaacılıktaki ilk ustamdı, merhum Ekrem abi.

4 yıllık matbaacılığın ardından da Kahramanmaraş’ın Sesi Gazetesi’nin basıldığı Yaşar Matbaası’ndayken de gazeteciliğe başladım.

Matbaacılıkta çıraklık, el altılık, ustalık…

Mürettiplik, mücellitlik, makinistlik…

El pedalı, sallama pedal, maşalı, kazanlı…

Gazetecilikte de dizgi, mizanpaj, baskı, dağıtım, muhabir, yazar, sorumlu müdürlük..

Yani alaydan yetişme bir meslek serüvenim oldu.

**

Merhum ustam Ekrem Ziya Açoğlu, hep şunu derdi:

“Sen bildiğini başkasına öğretmezsen, bildiğinin bir hükmü yoktur…”

Bu nedenle de hem Ekrem Açoğlu ustamdan, hem de Mustafa Özaltınkıran ustamdan hem de diğerlerinden öğrendiğim her bilgiyi yanımdakilere öğretmeye gayret ettim.

Ahmet Yüzeroğlu hocamdan öğrendiğim edebi bilgileri mesai arkadaşlarıma öğretmeye gayret ettim.

Bundan sonra da öyle olacak.

Öğrendiklerimi, öğretmeye devam edeceğim yani.

**

“Sahi, o iki kadın kimdi?” sorusuna da kısmen cevap bulduk.

Yazılı değildi gelen cevap.

Sözlü bir cevap geldi.

Belediye Başkanımız Mustafa Poyraz’ın bir numaralı yardımcısı Cevdet Kabakçı hocam aradı.

Kendisi eski bir öğretmen.

Eski bir Kültür İl Müdürü.

Özel Beyza Eğitim Kurumu’nun kurucularından.

Sonra siyaset görününce, son yerel seçimlerde belediye meclis üyesi oldu.

Ardından da Poyraz’ın bir numaralı yardımcısı oldu.

Yani deyim yerindeyse belediyeyi çekip çeviren bir isim.

Görev süresi içerisinde yaptığı çalışmalarla takdir topluyor, toplamaya da devam edeceğe benziyor.

Kabakçı hocam aradı.

“Ben bildiklerimi sana anlatayım, bilgilendireyim…” dedi.

Dinledik.

Öğrendik.

Mutlu olduk.

Sevindik.

En çok sevindiren de Cevdet Kabakçı hocamızın sorumuza cevap olması değil, tarihe duyarlılığı oldu.

Gerçekten ‘Böyle duyarlı idareciler var mıymış?” dedirtti.

**

“Sahi, o iki kadın kimdi?” sorumuzun cevabına gelince.

Cevdet Kabakçı’nın  anlattıkları da merhum Mustafa Zülkadiroğlu’nun notları arasında varmış.

Cevdet Hocam, bu konuyla ilgili bir de müjde verdi.

Olay, Kale’de yapılacak tarih müzesinde sergilenecekmiş.

**

“Sahi, o iki kadın kimdi?”

Bektutiye (şimdiki Fevzipaşa) Mahallesinden Kalalıoğlu Sarıkız Halil(Külekçi)’nin eşi ve kızları.

Olay günü Sarıkız Halil’in üç kızı Ayşe, Hatice ve Fatma hamama giderler.

Fatma en küçükleridir.

Henüz 15 yaşındadır.

Ayşe ve Hatice de büyük kızlarıdır Halil Külekçi’nin

Kızlar biraz gecikince, anneleri Fatma evden çıkar, ‘Şunlara bir bakayım nerde kaldılar’ diye.

Hemen evlerinin birkaç sokak altında bulunan hamamın önüne geldiğinde, işgalci Fransızların ve yerli işbirlikçileri Ermenilerin kızlarına sataştıklarını görür.

“Amanın anaaam.. Bunlar da mı başımıza geliciii…” diye canhıraş bağırırken, iteleme sonucu da dereye düşer.

İşgalci güçlerin askerleri küçük kız Fatma’nın elbisesini parçalamak isterken kızcağız korkudan bayılır.

Zaten sonrasında da olan olur.

Hamamın hemen yanındaki kahvede bulunan ve olay yerine gelen Çakmakçı Sait, işgalcilere müdahale etmek isterken işgalciler tarafından oracıkta şehit edilir.

Bunun üzeri de hemen hamamın karşısında süt satan İmam, Karadağ tabancasını çeker ve haykırır:

“Türk Kadını kutsal bir varlıktır, yabancı bir el ona asla uzanamaz”.

Türk kadına el uzatan işgalcileri oracıkta vurur.

Olay anında korkudan bayılan küçük Fatma, olaydan 15 gün sonra hayatını kaybeder ve duvağı ile birlikte defnedilir.

Mezarının ise Şeyhadil Mezarlığında olduğu bilgisi geldi.

**

Uzunoluk Olayı’nın pek de bilinmeyen yönüdür bu.

Merhum Mustafa Zülkadiroğlu’nun notları arasında varmış bu bilgiler.

Cevdet Kabakçı hocam, şunları söyledi:

“Kale’de bir müze yapacağız. Bu müzede bu olayların sembolize eden figürler olacak. Bizim arkadaşları çağırdım, onlara anlattım. Bu kızcağızımızın da figürünün konulmasını istedim. Bilmediklerini söylediler…”

Kale’de yapılacak olan müzede Abdal Halil Ağa, Çakmakçı Said, Gaffar Kabuloğlu Osman, Sütçü Hacı İmam, Nalbant Bekir, Beyazıtoğlu Muharrem Be, Zülfikar Çavuşoğlu Hüseyin, Tiyeklioğlu Kadir, Kısakürekzadelerden Avukat Mehmet Ali Bey, Şerbetçioğlu Mehmet, Rıdvan Hoca, Zalhocaoğlu Osman (Osman Erşan), Mutasarrıf Ata Bey, Yüzbaşı Yörük Selim, Göllülü Yusuf Çavuş, Arslan Bey ve diğerlerinin figürleri yer alacak.

Müzede bu iki kadının da figürleri olacak.

**

Aslında Cevdet Kabakçı’nın anlattığı, bizim bir eksikliğimiz Maraşlı olarak.

Tarihçilerimiz olayın farklı boyutlarına bakmışlar.

Bu yönünü ben ilk kez duydum.

O da, merak edip bu soruyu sorabildiğim içindir belki.

Şimdi bu olayın daha derinin araştırılması gerekir.

Bu da, belediyemize düşen bir görevdir.

Hazır Cevdet Kabakçı gibi bu olaylara karşı duyarlılık gösteren bir idareci bulmuşken, belediyenin hemen bu işi araştırması gerekir.

Olayın belki de yaşayan tanığı kalmamıştır.

O gün doğanlar, bugün 93 yaşında olur.

Bu yaştakileri bulup, babalarından annelerinden dedelerinden ninelerinden teyzelerinden halalarından dayılarından amcalarından dinlediklerini kaydetmek gerekir.

Tarihin bu yönünü de gün yüzüne çıkarmak durumundayız.

**

Pardon.

Yazımıza gösterdiği duyarlılıktan dolayı Belediye Başkan Yardımcımız Cevdet Kabakçı hocama teşekkür ediyorum.

Sağolsunlar.

Beni aydınlattılar.

Ben de öğrendiğimi, ustamın düsturu ile sizlere aktarıyorum.

Hatamız var ise bağışlana, eksiğimiz var ise tamamlana”

**

Yazı, bir başka konuyu gündeme getirdi şimdi.

Bektutiye…

Olayın kahramanlarının mahallesi, Bektutiye Mahallesi.

Konuyla ilgili olarak, halen İl Sağlık Müdür Yardımcılığını yapan Dr. Gökhan Gökşen’in bir yazısı var.

4 Ocak 2009 tarihli Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesi’nde yayınlanan ve aynı gün www.kanal46.com sitesinde de yer alan bir yazı.

Başlığı, “Kanlıdere, Boğazkesen ve Bektutiye..”

Gökhan Gökşen’nin Kahramanmaraş Kent Konyesi’nde de görev yaptığını hatırlatarak ve hoşgörüsüne sığınarak bu yazıyı sütunlarımıza alıyoruz:

**

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi.

Her gün bir yere konmak ne güzel.

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

Dünle beraber gitti, cancağızım,

Ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...”

Mevlana’nın bu dizeleri düşünen insanların vazgeçemediği şiarıdır.

“Yeni sözleri söylemek” bilmeden tartışmak değil, doğru bilgiler üzerine yeni açılımlar oluşturmak için söylenmiştir.

Yaşadığımız toprakları kimse bizim kadar iyi anlatamaz.

Bizi diğerlerinden ayıran özelliklerimiz farklılığımızdır, zenginliğimizdir.

Maraş adına Kahraman sıfatını ekleyen bir nesil bu topraklarda yaşamıştır.

Dünya tarihinde görülmemiş bir destanı 1920 yılında bu topraklarda kanlarıyla yazan bir ecdada sahiptir, bu topraklar.

300 Sparta’lı, Cesur Yürek, Kral Arthur gibi Hollywood yapımı filmlerle dünyaya şöhreti yayılan tarihi karakterleri her izlediğimde içim burkulur.

Kahraman ecdada layık olduğunca sahip çıkamadığımdandır, hüznüm.

Beyaz Sessizlik (Abdal Halil Ağa) kitabını yazma sebebimde o kahramanları anlatabilmenin telaşındandır.

Kendi insanımıza dahi Milli Mücadalenin neden destan olduğunu anlatamamışız.

4000 kişilik düzenli bir orduya karşı bir avuç insanın “özgürlük” mücadelesini ifade edememişiz.

Evet, artık yeni şeylerle anlatmak lazım Kahraman (!) Maraş’ı.

Abdal Halil Ağa’nın davulunu susturmasını her insan anlayabilir. Ölümün geldiği topraklarda eğlencenin olmayacağını ruhu olan her medeni insan bilir.

1920 yılında bu toprakların bedelini peşin ödeyen kahraman ecdadımız o mücadeleyi yapmasaydı neler olurdu bir düşünün…

Hayal etmeye gerek yok.

Cevap, Filistin’de evlatlarının cesedine sarılan babaların gözlerinde saklı…

Belki hala elimizde taşlarla, sapanlarla yaptığımız mücadelenin yalnızca yaşamak için olduğunu anlatıyor olacaktık.

Kime anlatacaktık, medeni dünyaya(!) M.Akif’in tabiriyle “tek dişi kalmış canavar’a”…

Hep düşünürüm, Maraş’a İngiliz ve Fransız birlikleri Mondros mütarekesinin hangi maddesine istinaden geldiler?

Bahane edilen maddedeki şartlar 1918 yılında Maraş’ta gerçekten mevcut muydu?

Sivil asayişi temin için 4000 kişilik toplu, tüfekli birliğe gerçekten ihtiyaç vardı mıydı?

Çünkü mütareke, sadece ateşkes anlaşmasıydı, birlikler silahı bırakacak ve oldukları yerde kalacaklardı…

Bu işgali yapanlar, bizi şerefli tarihimizle hesaplaşmaya çağıranlar önce bu gerçekle hesaplaşmalılar.

O gün yaşanan tüm acılar bu toprakların üzerinde kaldı, bugün özgürce yaşayan bizler dahi yaşanan destanı anlamadı o yüzdende anlatamadı!

Yazımın başlığı “Kanlıdere – Boğazkesen - Bektutiye”; Kanlıdere ve Boğazkesenle ilgili kent konseyinde yaşanan anlayamadığım tartışmalardan dolayı bu yazıyı yazdım.

Bir hatayı düzeltmekten başka bir amacım yok.

Kanlıdere ve Boğazkesen adının 1920 yılında ki olaylarla hiçbir alakası yoktur.

İsimler yanlış mecralara çekilmiştir.

Kahramanmaraş kamuoyunun önde gelen isimlerinin bile bu isimlerin kökenini bilmeyişi manidardır.

Dülkadiroğlu Beyliği yıkıldıktan sonra Maraş’ta 19. yüzyıla kadar süren, Osmanlı’nın temsilcisi Beyazıtlılarla-Dülkadiroğulları arasında kavgalar olmuştur.

Kanlıdere ve Boğazkesen isimleri de bu kavgalardan dolayı verilmiştir.

Ne tehcirle, ne milli mücadeleyle alakası olmayan bu isimler Maraş’ın tarih zenginliğinin bir parçasıdır. Bu kavgalar hakkında da yazılacak çok şey var ama yer kalmadı.

Bektutiye adının kökeni, Bektutiye medresesinin önemi yer darlığı nedeniyle şimdilik bende kalsın.”

**

Sevgili kardeşimiz Gökhan’ın “Bektutiye adının kökeni, Bektutiye medresesinin önemi yer darlığı nedeniyle şimdilik bende kalsın” sözüne katılmadığımızı beyan edelim.

Açıklasın bilelim.

Çünkü bilinmeyenin bir hükmü yoktur.

Biz, sütunlarımızı sonuna kadar bu konulara açmaya hazırız.

Yeter ki, bilenler bildiklerini anlatsın.

Bekliyoruz Sayın Gökşen...