Arap baharı ile birçok ülkede tek adamlar kanlı bir şekilde gönderildi. Bu kişiler tek emir verenlerdi. Kral olmasalar bile, bir kısmının adı Devlet Başkanı diye anılıyordu. Parlamenter demokrasili sistemi geliştiremediler, tek adamlığa özendiler başlarına gelmeyen kalmadı. Geride bıraktıkları ise canı derdine düştü.
Ne oldu ise son zamanlarda da bizde Başkanlık konusu irdelenmeye başlandı.
Anayasa komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdag başkanlık veya yarı başkanlık, hatta Türkiye’ye özgü başkanlık( nasıl bir şey olacaksa) gibi alternatif politikalarla televizyonlar da boy göstermeye, kendi üsluplarınca başkanlığı güzel göstermeye çalışıyorlar.
Şimdiki Cumhurbaşkanlığı sisteminin ülkemiz açısından yetersiz olduğu, kalkınmamıza engel teşkil ettiği gibi gerekçelerle henüz kimsenin anlayamadığı, örneği olmayan ne getireceği bilinmeyen, denenmemiş bir sistemi, yani başkanlığı Türkiye’ye getirme çabasına girdiler.
AKP son genel başkanlık seçimini yaptığı süreçte, Sayın Erdoğan’da benim son Parti başkanlığım son seçimim dediğini, hepimiz biliyoruz.
Yani Sayın Erdoğan artık ben Cumhurbaşkanı olmalıyım sinyalini verdi. Ancak, mevcut Cumhurbaşkanlığı yetkileri bana az gelir, adı Başkanlık olan, bir yol bulunsun da, ben Çankaya’ya öyle çıkayım demiştir diye düşünüyoruz. Bunu da alenen açıklamasa da tarafsız Cumhurbaşkanlığı yerine, partili başkanlık sistemini tartışmaya açmasından anlıyoruz.
Anlamadığımız ise, daha önceki Cumhurbaşkanlarınca bize verilen bu yetkiler fazla, bir kısmı alınmalı, açıklamalarına rağmen, bunca zaman, fazla gelen yetkiler, nasıl oluyor da Sayın Erdoğan’a az geliyor, onu anlamlandıramıyoruz.
Hatta tek adamlığa yönelik yetkilerle ne yapmak istiyor?
Partiyi kuruluşundan bu yana, nerede ise tek başına götürdü iktidar yaptı. Her seçimi yüksek oy potansiyeli ile ileri taşıdığına, hepimiz hem fikiriz. En azından Kahramanmaraş’ta AKP ye verilen oyların Tayip Erdoğan adına verilmiş olduğunu biliyoruz.
Konuyu biraz daha açarsak; Güçlü lider potansiyeli ile istediğini seçen istemediği rahatça yarış dışına bırakan, seçilmiş milletvekillerini tabiri caizse emri altına alan, bakanı çok rahat bir şekilde azarlayabilen, etkili bir gücü olduğunu da biliyoruz.
Bütün bunların yanında atadığı bürokratlara ne olursa olsun toz kondurmayan, Kendi Belediye başkanlarına sahip çıkan, bazı gazetelere açıkça taraf tutan, muhalefet yapanları ise hiç sevmeyen bir micazı vardır.
Zaten sıkıntıda burada başlıyor.
Kendini kaptırdığı zaman, önüne gelen( yargıda dâhil) herkese da emir veren hatta nerdeyse Birleşmiş Milletlerin veto yetkisini beğenmeyip kendine göre hizalamak isteyen bir yapıya sahiptir.
Kendi fikrimi, yardakçılarının fikrimi, şimdilik pek bilinmiyor ama hızla başkanlığa hazırlanıyor. %50 bir oya sahip bir partinin Cumhurbaşkanını da seçmeye elbette hakkı var. Hatta bu hakkı AK partide en çok hak eden kişide Sayın Erdoğan’dır.
Ama…
Yüz yılı aşkın parlamenter sistemle gıdım gıdım ilerleyebilen, bunca deneyimlere rağmen Avrupa seviyesine bir türlü ulaşamayan ülkeyiz. Sırf Sayın R.Tayyib Erdoğan başkan olsun diye belirsizliğe sürüklemeye kimsenin hakkı olmasa gerek.
Diğer taraftan, Sayın Erdoğan’a oy veren %50 nin başkanlığa onay vereceği de şüpheli. Kaldı ki diğer yarının benimsemesi hiç mümkün görünmüyor. Bir şey daha var Sayın Erdoğan diyelim ki aday olmadı veya olamadı, o zaman da Başkanlık sistemine gerek görülür mü, velhasıl bir belirsizlik başını almış gidiyor.