Sevgili Okurlarım, Anayasada yapılması planlanan bu değişiklikle yürütmenin aşırı derecede güçlendirilmesinden bir otariter recimin ortaya çıkacağını söylemek, önyargıyla meseleye bakmak olur. Fakat yanılmıyorsam geçtiğimiz aylarda, yaptığımız olduğum bir araştırmadan yola çıkarak söylüyorum. Dünyada var olan başkanlık sisteminden, parlamenter sistemine geçen ülkeler sayısal olarak fazla iken, parlementer sistemden başkanlık sistemine geçen ülkelerin çok daha sınırlı sayıda olduğunu tesbit etmiştim.

Son yıllarda bunlardan bir tanesi ‘Mozambik Cumhuriyeti’ öğrendiğim kadarıyla. Bu ülkedeki sistem değişikliğin tam olarak sağlıklı işlemediği. Şimdi teorik olarak parlamenter sistemden, başkanlık sistemine geçmek dünyadaki uygulamaların çok başarılı olmadığını gösteriyor. Fakat buradan yola çıkarak  bizim sistemimizdeki bir değişliğin daha kötüye gideceği, yada Türkiyedeki siyasal recimi otariterliştireceğini  iddia etmek bir kere bilimsel değil meseleye duygusal yaklaşılabilinir ama  bizim derdimiz burada, bilimsel bağlamda değerlendirmeye çalışmak...

Fakat  bütün mesele tabi  başkanlık sisteminde  elindeki yetkileri  kulanan  aktörün, başkanın  bu yetkileri  hangi  amaçla  kullanacağı. Anayasal sınırlar içinde bu amaca yönelik kullanıyor ise ve hem anayasal denetim hem de, yargı denetimi, sivil toplum  denetimi  ve kamuoyu denetimi  güçlü bir şekilde  işliyor ise  yürütmeye  tanınan bu yetkilerden  bir oteriterleşmeye çıkılacak  ve gidilecektir diye  bir şey söylemek  kanımca şu aşamada doğru bir yakşalım olmaz!

Burada önemli olan  tabi  önümüzdeki sürecete başkan olarak seçilecek  aktörün bu konuda tavrı çok  belirleyici önemli  bu durum olacaktır birincisi.

İkincisi ise benim görebildiğim kadarıyla Anayasamızda, 21 madde de şöyle bir düzenleme var. Anayasa değişiklikleriyle ilgili bütün maddeler, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri ve cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte yürürlüğe girerken, yeğene istisna Anayasa değişikliğinin kanun olarak yürürlüğe girmesi, referandumda kabul edilmesinden hemen sonra Cumhurbaşkanlığı kurumunun partiyle ilişkisi devreye giriyor. Dolayısıyla burada belki en önemli hususlardan bir tanesi sistem değişikliği sürecine girilirken, Cumhurbaşkanının,  ya da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu süreci çok hassas yönetmesi, çünkü yeni bir geçiş süreci yaşayacak. Türkiye, bu yeni geçiş sürecinde zaten bir takım eleştirilerle karşı karşıya. Onun üzerine partili Cumhurbaşkanı “partizan” Cumhurbaşkanına dönüşme şeklinde kamuoyunda bir algı ortaya çıkar ise, bu Türkiye başkanlık sistemine geçmeden, politik kutuplaşmaların artmasıyla sonuçlanabilir. Özellikle geçiş sürecinde özen gösterilmesi beklenir. Biz teorik olarak, hukuksal olarak partili Cumhurbaşkanlığı mekanizmasını yürütmenin halka karşı daha sorumlu olması amaçlanmalıdır. Anayasada yapılması amaçlanan değişkliklerin ‘Referandumdan’ geçmesi halinde “ halkoyundan çıkarıyoruz, onun için ihdas ettik, çok şeyi yaparız” denmemeli.

Örneğin Türkiye kötü örneklerini 1950 yıllarda yaşadı. Merhum Sayın Celal Bayar, yakasında demokrat parti rozeti, elinde bastonla seçim meydanlarına çıkmıştı. Şimdi de böyle bir risk var, kutuplaştırıcı bir potansiyeli var, bundan mümkün oldukça kaçınmak gerek. Mevcut Anayasada Cumhurbaşkanına tanınmış olan kamu görevlilerini atama yetkisi tek tek sayılmış durumda iken, yeni düzenlemede ise üst düzey kamu görevlilerini atama şeklinde çok geniş bir atama yetkisi veriliyor. Bu atama yetkisinde bütün mesele Cumhurbaşkanlığı kurumunun, hep ifade ediyoruz ya yeni kapı ruhu refaransıyla mı? Bu kamu bürokrasisinde atamalara üst düzey bağlamında yönelecek, yoksa partili bürokratları mı? Atamaya yönelecek. Bu konular  gerçekten Türkiye’deki  siyasal kutuplaşmanın artmasına ya da  Cumhurbaşkanlığı, başkanlık sistemini kitle nezlinde  meşrulaştırmasına  artı yada  eksi yönde  bu sürecte  etki yapacaktır diye düşünüyorum.