Son yıllarda bunlardan bir tanesi ‘Mozambik Cumhuriyeti’ öğrendiğim kadarıyla. Bu ülkedeki sistem değişikliğin tam olarak sağlıklı işlemediği. Şimdi teorik olarak parlamenter sistemden, başkanlık sistemine geçmek dünyadaki uygulamaların çok başarılı olmadığını gösteriyor. Fakat buradan yola çıkarak bizim sistemimizdeki bir değişliğin daha kötüye gideceği, yada Türkiyedeki siyasal recimi otariterliştireceğini iddia etmek bir kere bilimsel değil meseleye duygusal yaklaşılabilinir ama bizim derdimiz burada, bilimsel bağlamda değerlendirmeye çalışmak...
Fakat bütün mesele tabi başkanlık sisteminde elindeki yetkileri kulanan aktörün, başkanın bu yetkileri hangi amaçla kullanacağı. Anayasal sınırlar içinde bu amaca yönelik kullanıyor ise ve hem anayasal denetim hem de, yargı denetimi, sivil toplum denetimi ve kamuoyu denetimi güçlü bir şekilde işliyor ise yürütmeye tanınan bu yetkilerden bir oteriterleşmeye çıkılacak ve gidilecektir diye bir şey söylemek kanımca şu aşamada doğru bir yakşalım olmaz!
Burada önemli olan tabi önümüzdeki sürecete başkan olarak seçilecek aktörün bu konuda tavrı çok belirleyici önemli bu durum olacaktır birincisi.
İkincisi ise benim görebildiğim kadarıyla Anayasamızda, 21 madde de şöyle bir düzenleme var. Anayasa değişiklikleriyle ilgili bütün maddeler, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri ve cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte yürürlüğe girerken, yeğene istisna Anayasa değişikliğinin kanun olarak yürürlüğe girmesi, referandumda kabul edilmesinden hemen sonra Cumhurbaşkanlığı kurumunun partiyle ilişkisi devreye giriyor. Dolayısıyla burada belki en önemli hususlardan bir tanesi sistem değişikliği sürecine girilirken, Cumhurbaşkanının, ya da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu süreci çok hassas yönetmesi, çünkü yeni bir geçiş süreci yaşayacak. Türkiye, bu yeni geçiş sürecinde zaten bir takım eleştirilerle karşı karşıya. Onun üzerine partili Cumhurbaşkanı “partizan” Cumhurbaşkanına dönüşme şeklinde kamuoyunda bir algı ortaya çıkar ise, bu Türkiye başkanlık sistemine geçmeden, politik kutuplaşmaların artmasıyla sonuçlanabilir. Özellikle geçiş sürecinde özen gösterilmesi beklenir. Biz teorik olarak, hukuksal olarak partili Cumhurbaşkanlığı mekanizmasını yürütmenin halka karşı daha sorumlu olması amaçlanmalıdır. Anayasada yapılması amaçlanan değişkliklerin ‘Referandumdan’ geçmesi halinde “ halkoyundan çıkarıyoruz, onun için ihdas ettik, çok şeyi yaparız” denmemeli.
Örneğin Türkiye kötü örneklerini 1950 yıllarda yaşadı. Merhum Sayın Celal Bayar, yakasında demokrat parti rozeti, elinde bastonla seçim meydanlarına çıkmıştı. Şimdi de böyle bir risk var, kutuplaştırıcı bir potansiyeli var, bundan mümkün oldukça kaçınmak gerek. Mevcut Anayasada Cumhurbaşkanına tanınmış olan kamu görevlilerini atama yetkisi tek tek sayılmış durumda iken, yeni düzenlemede ise üst düzey kamu görevlilerini atama şeklinde çok geniş bir atama yetkisi veriliyor. Bu atama yetkisinde bütün mesele Cumhurbaşkanlığı kurumunun, hep ifade ediyoruz ya yeni kapı ruhu refaransıyla mı? Bu kamu bürokrasisinde atamalara üst düzey bağlamında yönelecek, yoksa partili bürokratları mı? Atamaya yönelecek. Bu konular gerçekten Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın artmasına ya da Cumhurbaşkanlığı, başkanlık sistemini kitle nezlinde meşrulaştırmasına artı yada eksi yönde bu sürecte etki yapacaktır diye düşünüyorum.