DOĞU VE GÜNEYDOĞU’DA BÖLÜCÜLÜK FAALİYETLERİ VE EMPERYALİZM:

Birincisiniİstanbul şube başkanımız Dr. Cezmi Bayram’ın katılımıyla yaptığımız 100.yıl faaliyetleri kapsamındaki konferanslarımıza, bu kez de Dr.MahmutRışvanoğlu’nun sunduğu ‘’Doğu ve Güneydoğu’da bölücülük faaliyetleri ve emperyalizm’’ adlı konferansla devam edildi.

Sayın Rışvanoğlu’yla iki sene önce Urfa’da Karakeçili Türkmen şenliğinde tanıştım. Bölücülüğe sebep olan bu etnik fitnenin gerçekleriyle çok yakından ilgili, gerçeklerin anlatılmasına çok büyük hizmet veren ve  şubemiz üyelerinden sayın Abdülbaki Günışığı’nın  katkılarıyla şenlikte birarayageldik. Kendisini dinledikten sonra ve ayrıca o yöreyi yakından gezdikten sonra ne kadar bilgi eksikliğimiz olduğunu gördük. Türkiye bir mozaiktir! yaygın propagandasıyla Karadeniz kıyısında yaşayan herkesi Laz, Ankara’nın doğusunda yaşayan herkesi Kürt göstermeye çalışan bu politik oyuna neredeyse bizler dahi inanır hale getirilmiştik. Sayın Rışvanoğlu’nu dinledikten sonra  bu bölgede oynanan bölücülük  senaryolarının  ne derece mesafe aldığını da üzülerek görmüş olduk.Rışvanoğlu’nun bu konuda söyledikleri bence herkesten çok daha önemliydi çünkü kendi deyimiyle  Kürtçe konuşan bir baba ve Türkçe konuşan bir anadan doğmuştu.BabasıRışvanoğlu ,annesi Avşar’dı.Gençlik yıllarında Kürtçülük akımlarının etkisinde kalmış ve bu ayrılıkçı fikirlere bir ara sempati duymuştu. Ancak kafasında sürekli var olan şüpheleri bir türlü atamıyordu. Bu sebeple bu konuyu araştırmaya ve incelemeye başladı. Bilhassa 18.yüzyıldan itibaren yabancı devletlerin Osmanlı’daki Kürtlerle çok ilgilenmeleri ve onlara yönelik politikalar oluşturmaya çalışmaları daha da ilgisini çekmişti. Gerçekten de yabancı devletler Kürtleri çok mu seviyorlardı? Yoksa bu ayakta kalan tek Türk devletini yıkarak baştan beri kafalarında olan Türkleri Anadolu’dan atma fikrini hayata geçirmek için bir stratejimiydi? Bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da baba ve annesinin aşiretlerini inceliyordu. İkisi de aynı halayı oynuyordu, ikisinin düğünlerinde de davul çalınıyordu, ikisinin de cenaze törenleri aynı  ve yas geleneği vardı, kilimler de aynı desenler motif buluyordu. Bütün bu kültür benzerliğine rağmen bazıları Kürtleri ayrı bir ırk ve bilhassa Avrupalılar gibi ari ırktan göstermeye çalışarak Türk’ten gayrı her şey olabileceği propagandasını işliyorlar ve onlara Ermenilerle  beraber hareket etmek için yol göstermeye çalışıyorlardı.Aslında ayrı bir millet olabilmek için öncelikle bir dile sahip olmak gerekiyordu, siyasi Kürtçülük  yapan ve bölücülük propagandasına esir olan bazı sözde araştırmacılar 50000-60000 yıllık Kürt Tarihinden bahsediyor medeniyetin Kürtlerle başladığını söylüyor ama dünyanın hiçbir müzesinde Kürtlere ait bir ok başı yahut herhangi bir mezarda ,çeşmede ,duvarda tek satır Kürtçe bir yazıt gösteremiyordu.Türk’ün olmadığı hiçbir coğrafyada tek başına bir Kürt varlığından da söz edilemiyordu.Ayrıca tarihteki ilk Kürt isminin geçtiği yazıt olan Elegentaş yazıtıda Kürt ilhanı Alp Urungu’nun ölümüne ait bir ağıttan ibaretti ve Türkçeydi.Macarların kuruluşunda bulunan dokuz boyun altısı Türk’tü ve bu boylardan birinin adı Kürt’tü.Kürt tamamen  bir Türkçe kelimeydi ve Divan-ı Lügatti Türk’te anlamı kar çığı ve sertleşmiş kar anlamındaydı.Kürdistan isminden de coğrafi olarak ilk söz eden Selçuklu hükümdarı Sencer Şah’tı.Bu bölge Hazar denizinin güneyini ifade ediyor bizim siyasi Kürtçelerin ifade ettiği gibi Anadolu’yu kapsamıyordu.

Arap tarihçilerin ifadelerinde yer bulan ‘’Ekrad’’ kavramı Kürtlerin çoğulu olarak kabul edilse de esasında Araplar göçebe bedevilerede Ekrad diyorlardı.Sonuç itibarıyla Ekrad bir ırki kavram olmayıp insanların sosyal durumlarını yani konar göçer mi,yerleşik mi olduğunu gösteren bir tanımdı ve göçebe aşiretlere Kürt deniyordu. Bölgenin coğrafi durumu üç dilin etkisine  çok açıktı ve bölgesel olarak farklı bir lehçenin oluşmasına neden olmuş ancak bu lehçelere  Kürtçe deyip genelleme yapmak çok  yanlıştı çünkü; Zazaca, Kırmançca, Soranice  bölgesel farklılıklar kadar, temel yapısal  farklarıyla da ayrı bil dil kadar birbirinden uzaktı.

Sonuç olarak Osmanlının kurucusu Kayı boyu neyse Karakeçili ve Rışvanoğlu’da oydu ve özbe öz Oğuz boyu ve Türk boyuydu ama Kürtçe konuşuyorlardı. Bunların bir kısmı kandırılarak kendi devletine ve milletine karşı kullanılmış ve yabancı oyunları galip gelmişti. Bilhassa bugün kuzey Irak’ta oluşturulmaya çalışılan Kürt bölgesini kontrol altında tutan Barzan ailesinin İsrail kontrolünde bir Yahudi Kürt devleti  kurmaya yönelik çalışmalar yaptığı bir gerçekti.

Sayın Rışvanoğlu bunları o kadar sade ve herkesin anlayacağı bir uslüble anlattı ki, sohbet havasındaki bu konferanstan herkes çok büyük bir fayda sağladı. Özellikle şehrimiz Kahramanmaraş’ta ondan fazla köye sahip bulunan Rışvanlılara mensup arkadaşlarımızı davet ettik ve kendi içlerinden çıkan bir ilim adamının ağzından bu önemli konuyu ve fitneye sebep olan yalanları öğrenmeye çağırdık. Bence bu bölgeden çıkan ve bu gerçekleri kavramış insanların bunları anlatmaları yöre halkı açısından çok aydınlatıcı olmaktadır. Devletimizin de Sayın Rışvanoğlu gibi değerli bilim adamlarından bu önemli konuyu çözmek için faydalanması gerekmektedir ve görsel ve yazılı basında da yer almalıdır. Amacımız bu yüce Türk Milleti’nin sonsuza kadar dimdik ayakta kalması için devletimize ve onu yönetenlere doğru fikir ve stratejiler üretmek ve yardımcı olmaktır. Bence Türk Ocağı bu demektir.