Bugün çok önemli bir konuya parmak basmak istiyorum. ABD tarafından bize dikta edilen ve İktidar tarafından 25 Şubat 2003’de TBMM’ye sunulan ve tam adı  “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” olan tezkere yani 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi Amerikalılarda hayal kırıklığı yaratmıştı.

TBMM’den geçirilmesi istenen ve Ulusal irade’nin reddettiği Menşur 1 Mart 2003 tezkeresi olayından bir müddet sonra sohbet ettiğimiz AK Parti’li bir üst düzey dostum “Eğer tezkere geçmiş olsaydı ne olurdu?” diye sorduğunda hiç tereddütsüz “Partiniz bölünürdü olurdu” cevabını vermiştim, o da benim bu düşüncemi onaylamıştı. O kritik dönemi bir bütün olarak atlatmayı becermiş olan AK Parti’nin, yaklaşık 9 yıl sonra, hükümetten olmaktan devlet olmaya terfi etmiş bir haldeyken ve Kürt siyasi hareketini bir kenara bırakacak olursak, ciddi hiçbir muhalefete muhatap değilken, bölünmesi ihtimali üzerine yapılan spekülasyonlara, yazılan senaryolara “gerçeküstü” ya da “gerçekdışı” gibi sıfatlar bile hafif kalmaktadır…

Bölerek, yönetmek…

Bu türden spekülasyonların kaynağında, ”yumurtanın içinden tavuk çıkar, İktidar içinden iktidar çıkar yani, AK Parti’nin alternatifi ancak AK Parti içinden çıkar” düşüncesi yatıyor. İlginçtir, bu düşünce AK Parti’nin ilk kez tek başına iktidara geldiği 2002 Kasım seçimlerinin hemen ardından tedavüle girdi ve her geçen gün daha da güçlü bir şekilde Türk siyasi hayatına damgasını vurdu. Objektif olmaya çalışan bir siyaset bilimci, gazeteci ya da araştırmacı böyle bir düşüncenin doğru olduğunu söyleyebilir, ama Adalet ve Kalkınma Partisine muhalif olma iddiasındaki kişilerin stratejilerini bu düşünceye göre şekillendirmeleri anlaşılır bir şey değil. Çünkü bu düşünceyi kabul ettikleri andan itibaren kendileri “hiç” hükmündedir. Onların yapmaya çalıştığı, o klasik “bölerek, yönetmek” stratejilerini hatırlatıyor. Ama çok iyi biliyoruz ki AK Parti ’yi ne bölüp parçalamaya, daha da ileri gidip bu parçaları yönetmeye ne güçleri, ne de yetenekleri elvermiyor. Hal böyle olunca, yenemedikleri düşmanlarının birbirlerini ye(n)melerini ümitsizce bekliyorlar. Üstelik rakiplerinin parçalanması halinde bundan kendilerinin kârlı çıkma ihtimalinin epey düşük olduğunun da farkındalar. Bu noktada MHP Lideri Bahçeli’nin AK Parti içinde kaos çıkma ihtimaline karşı çıkarak her açıdan doğru yaptığının altını çizmek gerekiyor ama;

Kabullenmek…

Geçmişte ANAP’ın kurucusu rahmetli Turgut Özal’ın formül’üne benzer formülü  AK Parti’de  Sayın Recep Tayyip Erdoğan ‘da uyguladı  ve Özal gibi  başarılı oldu. AK Parti içerisinde ANAP’ da olduğu gibi siyasi dört eğilim var. AK Parti, bu eğilim içerisinde diğer düşüncelere, yani  demokrat, milli görüş  ve sosyal demokrat düşünceye  oranla MHP  tabanından daha çok besleniyor. Milliyetçi  ve Muhafazakar eğimlin sırtına oturdu ve kalkmayı da düşünmüyor.

AK Parti’nin bu “tek ”vücut gidişatını gören MHP Lideri Sayın Devlet  Bahçeli, AK Parti’nin yıkılmaması gerektiğini  söylemiş, bence de doğru söylemiş. Sayın Bahçeli, bu  türden konuşmaları ile iktidar alternatifi  olamadığını anlamış gözükmektedir  sanırım?