Bugün ülkemizdeki medya üzerinde yaşananlar, özgür basın açısından hiç mi hiç iç açıcı bir durum değildir. “Gazeteci: Herkesin günah keçisi” durumuna düşürüldü. Önceki gün 20’yi aşkın meslektaşımın gözaltına alındığını duydum ve bir kez daha “ne oluyoruz?” sorusunu kendime sordum. Bu sorunun cevabını vermek için yakın dönemde, basın özgürlüğü konusunda yaşadığımız, başta gazetecilerin tutuklanması olmak üzere, insanın içini daraltan birden çok tatsız gelişmeye gösterilen tepkilere göz atalım:
Kimileri bu ülkede olumsuz hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi, anlayışını sergileyerek basın ve ifade özgürlüğü ihlallerini, “kimse gazeteci olduğu için tutuklanmıyor” çarpıtmasının ardına sığınarak onayladı, hatta destekledi. Kimileri işin kolayına kaçıp, “söz tükendi” gibi parlak cümleler kurarak yaşananları “sessiz bir gözlemci” olarak izlemeyi tercih etti. Sayıları giderek azalan bir kesimse bu ihlalleri tavizsiz ve ayrım gözetmeksizin eleştirdi; tutuklu gazetecilerle dayanışma içine girdi, özetle basın ve ifade özgürlüğünü, dolayısıyla demokrasiyi savundu, savunmaya devam ediyor.
Kendimi sonuncu kesim içinde görüyorum. Böyle bir pozisyonu korumanın her geçen gün daha zor ve riskli olduğunun farkındayım ama kimden gelirse gelsin, basın ve ifade özgürlüğü ihlallerine ortak olmanın veya bunlara karşı sessiz kalmanın doğru olmadığına inanıyorum, demokrasi ve insan haklarını savunuyorum.
Cılız medyanın rolü…
Önceki günkü operasyon, devletin Kürt hareketinin kapsama alanındaki birkaç cılız medya yapılanmasına bile tahammülü olmadığını bizlere gösterdi, ama? Tam da operasyonun olduğu gün Murat Karayılan’ın Kürt kimliğini öne çıkartan bazı yazarları “dönek” ve “işbirlikçi” olarak suçlayıp tehdit etmesi de bu medyada yayınlandı, bu durumu da görmezlikten gelemeyiz elbette.
Nitekim önceki gün büyük medya organları bu operasyonu büyütmeden ve devletin çizdiği çizgiler içinde verirken “bu medya”da ayrıntılı bir haber/yorum akışı yaşandığına tanık olduk. Bunun ciddi rahatsızlık yarattığını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Barış içi çözüm…
Önceki günkü operasyon, basın özgürlüğü konusunda biraz içimizi karartmış olmakla birlikte, Kürt sorununun barışçıl yollarla kalıcı çözümü konusundaki ümitlerimizi de iyice tüketmesin. Başından beri PKK’nın şehir yapılanması, Koma Civaken Kürdistan /Kürdistan Halklar Konfederasyonu (KCK) operasyonlarının arkasındaki mantığı fazla eleştirmek istemiyorum. Çünkü yapılan her operasyonların doğruluk payı da yok saymak olamaz. Ancak bu operasyonların yol açtığı travmaların barış içinde bir ara da yaşama imkânını torpillediğini düşünmek istemiyorum. Ama bir günde 40’ı aşkın avukatı, 20’yi aşkın gazeteciyi gözaltına alıp bunları basit bir şekilde “terörle mücadele” iddiasıyla meşrulaştırdıklarını sananlar var. Bu davranış nedeniyle demokrasimize çok ciddi bir şekilde gölge düşer mi? Endişesini taşıyorum. Medyanın büyük bir kısmının, devletin çizgisinde hareket edip olup bitenleri sorgulamamasının da pek bir işe yaramadığını, daha önceki sayısız örnekte olduğu bilinmektedir.
Hep birlikte el ele…
Aslında ne yapıp edip bu meselenin bir an önce sonlandırılması gerekmektedir. Ülkemiz bu konuda çok efor harcamıştır. Başta iktidar da olan AK Parti olmak üzere, CHP, MHP, BDP ve bu sorunun çözümüne katkı sağlayacak diğer tüm kurum ve kuruluşlar ile bir araya gelinmeli ülkenin “ bölünmez bütünlüğü” çerçevesinde adına ister terör ister Kürt sorunu deyiniz, yarım asıra yakın devam eden bu sorunun çözümünü birlikte el ele vererek sonlandırmalıyız.