BEN aslında edebiyattan, daha doğrusu edebi yazılar yazmaktan çok anlamam ama bugün içinde bulunduğumuz bayram haftası münasebetiyle “insani değerler” üzerine aklıma gelenleri yazıya dökmek istiyorum.

İnsani değer nedir?

İnsani değerler, ekonomik değerler, ahlaki değerler, evrensel değerler arasındaki fark nedir?

Daha doğrusu insani değerler ile mutluluk ve barış arasında ne gibi bir ilişki vardır?

İnsani değerlerimiz, bütün kâinat için, bir kıymeti olan beşerî keyfiyetlerdir. Bir başka beşeri varlık ile ilişkilerimiz söz konusu olduğunda dikkate alınması gereken ve bu konuda hepimize yol gösteren erdemlerdir.

Bu değerler, bizim insanlığımızdan hareketle bir başka varlığa karşı davranış şeklimizi belirleyen bağlardır. Bu değerler aynı zamanda, beşeri varlık olmamız nedeniyle bizler için birer kıymet hükmü taşıyan olumlu özellikler olarak karşımıza çıkıyor. Dahası toplum içinde yaşanabilir bir hayatın temelini teşkil ederler.

Netice olarak şuraya gelmek istiyorum: İçinde bulunduğumuz bu kutsal günlerde, çok az bir fedakârlıkla insani değerler sayesinde etrafımızla olan ilişkilerimizi geliştirebilir, uyum içinde çalışabilir, karşılıklı görüş alış verişinde bulunabilir ve her türlü anlaşmazlıkları ortadan kaldırabiliriz.

Hadi bu mübarek günlerde, uzatmadığımız elleri birbirimize uzatarak daha mutlu olalım.

GEZİ'YE RÖNESANS YAKLAŞIMIÜÇ ŞEY ÖĞRENDİM!

ASLINDA geçmişte çok dile getirdik, yazdık çizdik ama şu mübarek günler içinde tekrar yapmanın bir mahzuru olmadığına inanıyorum.

Şu dedikoduculuk, gammazcılık huyumuzdan vazgeçmediğimiz sürece, onun bunun yaptığı işe burun kıvırmayı bırakmadığımız sürece Kahramanmaraş olarak iflah olmayız, olamayız.

Rönesans Holding A.Ş Yönetim Genel Müdürü Süha Günel, geçmişte kamuda da çalışmış çok özel bir insan. Bir sohbetimizde, “Devlette iki şey öğrendim. Biri dinlemeyi öğrenmeyi, ikincisi söyleneni üç günde unutmayı…” demişti.

Keşke bu görüşü bütün hayatımızda düstur edinebilsek…

ÖNEMLİ OLAN GÖNÜLE YERLEŞMEK

GAZETECİLİĞİ taşra’da profesyonelce yapamazsınız. Dahası şahsi görüşümde amatörlükten yanadır.

Kimin canını sıkacak bir haber yapsanız, onun yakını sizin arkadaşınız çıkar, hatır gönül ilişkileri devreye girer.

Taşradaki gazeteci hem spor hem de siyaset muhabiridir. Aynı zamanda gazetenin hem sayfa sekreteri, hem dağıtıcısıdır.

Amatörlükten kaynaklanan hislerle zaman zaman objektif olamaz, duygularıyla hareket eder. Bence böyle de olmalı, profesyonelleşmemeli!

Gönül adamı olmalı her şeyden önce…

Bütün bunları niye yazdım?

Biliyorsunuz geçtiğimiz aylarda -bu kente çok şey kattığına inandığım- büyük bir Alışveriş Merkezi, Piazza açıldı.

Gazetelere boy boy reklamlar verirken kusura bakmasınlar ama hangi mantıksızın kararıysa internet gazetelerine reklam vermeme gibi bir karar almışlar. Hadi hiçbir yere reklam vermemeyi anlarız ama ayırt edilmeyi anlamak mümkün değil.

Hele hele bütün dünya artık internet üzerinden haberleşirken ve yazdığınız bir haber, dünyanın öbür ucundaki Brunei Sultanlığında bile okunurken internet gazeteciliğini es geçmeleri kadar saçma bir şey olamaz.

İşte bu duygularla, “Onlar bu ayırımı yapıyorsa, bizi görmüyorsa biz de onları görmeyiz” diyerek hiçbir haber bültenini kullanmıyoruz.

Kullanmıyoruz ama işin enteresanı haber değeri varken bile aleyhlerine olacak hiçbir negatif olayı da yazmıyoruz, yazamıyoruz.

Neden mi?

Dilek AkınÖNCE AKLIMA SONRA GÖNLÜME YERLEŞ!

BU şirketin bir Piar şirketi var. Hem de İstanbul’daki en profesyonel Piar şirketlerine taş taşıttıracak nitelikte bir şirket. Şirketin başında Dilek Akın isimli aslında meslektaşımız olan bir gönül insanı hanımefendi var.

Sanırsınız Piazza Erman Ilıcak’ın değil, bu hanımefendi’nin babasının malıymışçasına da çalıştığı kurumu koruyup kolluyor. Hiçbir yakınlığını görmemiş olmamıza rağmen kurumun Maraş’taki Müdürü Serbülent Tekinşen’in aslında ne kadar insani değerlere sahip olduğunu anlata anlata bitiremiyor.

Bize hiçbir şey demiyor ama o içten ve samimi tavırlarıyla bizi kendisine gönülden bağlıyor.

Menkıbeye göre Hz. İbrahim, Cenab-ı Allah ile görüştüğünde ona öyle sorular sorar ki yüce yaratıcı, "Yoksa bana inanmıyor musun?" diye irdeler.

Hâlâ suallerine cevap arayan Hz. İbrahim de yaratıcısına; “Önce aklıma yer et ki, gönlüme yerleşesin” yanıtını verir.

Asıl olan ve büyüğü asıl büyük yapan, onun yönettiğinin duygu dünyasına bile zihin / akıl haritasına iyice nüfuz ederek yerleşmesi değil midir?

Önemli olan akla ve gönüllere yer etmek değil midir sevgili dostlar?

Bayramınız bayram olsun…