Türkiye’nin Suriye politikası resmen iflas etti. Her geçen gün Suriye ile ilişkiler biraz daha kötüye gidiyor. Oysa ne güzel de başlamıştık. Sayın Başbakan ve eşi ev oturmasına Esad’lara gidiyor, misafir oluyor, çay kahve içiyordu. Bununla kalınmıyor, Emine Hanım, Esad’ın karısı Esma için “kızım” “gelinim” muhabbeti yapıyordu. Ülkeler arasında sınırlar ortadan kalkıyor, “ŞAMGEN” ile vizesiz dolaşım yapılıyor, ata yadigarı diyarlar bu sayede yakın oluyor, hatta iki ülke ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapıyor, birlikte bölge sorunlarını masaya yatırıyorduk.

Ne mi oldu? Ne olacak, büyük abi ABD ve onun Başkanı Obama “bölgeye ilişkin planlarımız var, sen BOP eş başkanı olarak Esad ile böyle yakınlaşamazsın” dedi ve her şey o gün bu gündür bu plan çerçevesinde yeniden şekillenir oldu.  

Geldiğimiz noktada, “Esad kardeşim”, “Esed” oldu, bir anda onun diktatör bir lider olduğu akla geldi. BOP kapsamında Suriye yönetimine bir muhalif güç oluşturulması gerekiyordu. Muhalifler defalarca Türkiye’de bir araya getirildi, dünyanın EKABİR ülkeleri yapılan toplantılarda Suriye muhaliflerine verdiler gazı. Muhaliflere para, hedef ve görevler verildi. Batılı güçler, ülkelerine dönerken huzurluydular, ama biz ne haldeydik? 400.000 civarında mülteci, sınırlar “gelip geçen hanı” velhasıl Pimi çekilmiş el bombası vardı artık avucumuzda ve  gaza gelmiş muhaliflerle baş başa kalmıştık. İşte o andan itibaren, Suriye bizim için tehditti, Batılı ülkeler ise olaylara seyirci ve uzaktan taktik veren durumundaydılar.

Birileri silah verdi, gaz verdi, biz yer verdik, yurt verdik, sınırımızı açtık, baktık besledik velhasıl görevimizi ifaya yöneldik. Muhalifler can yaktıkça Esad bize saldırdı.  Akçakale defalarca top ateşine maruz kaldı, G.Antep bayram öncesi cehenneme döndü, Akdeniz’in orta yerinde savaş uçağımızı düşürdüler; inkar da etmediler biz vurduk dediler. Cilvegözü sınır kapısında araç dolusu bomba patlattılar en sonunda Reyhanlı’ya yapılan iki araba dolusu patlayıcı soktular ve 15 dakika ara ile patlattılar. Resmi rakamlara göre bilanço; elli küsur insanımız şehit, altmış-yetmiş insanımız hastanede tedavi görüyor, bir o kadar da kayıp vatandaşımız var.

Tüm bu olaylar karşısında Sayın Başbakan ne yapıyor?

Muhalefeti eleştiriyor, Birilerinin Şam'daki caniler ile gönül bağı olabilir. Birilerinin eli kanlı törer örgütleriyle muhabbeti olabilir. Birilerinin bir mezhep çatışmasına, ellerinde körükle gitme niyeti olabilir.” Diyerek hedef saptırıyor. Ya lütfen bir kez olsun dürüst olsanıza, ABD SİZE SURİYE İLE İLGİLİ HEDEFLER VERENE KADAR AİLECEK BİRARADA OLAN, EL ELE OLAN, KARDEŞİM ESAD DİYEN SEN DEĞİLMİYDİN….

Bir de; “Türkiye Büyük devlettir” söylemlerine sığınıyor, ABD ile yol arkadaşlığına devam ediyor. Hiç öz eleştiri yapmıyor, dış politikasını gözden geçirmiyor. Ama muhalefeti de sorumluluğuna ortak etmekten imtina etmiyor, “….Suriye'deki mesele, Ak Parti'nin, Recep Tayyip Erdoğan'ın meselesi değil, Türkiye'nin meselesidir. Milletimizin meselesidir. Düşürülen uçak, Ak Partinin uçağı değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uçağıdır. Şehit edilen polislerimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin memurlarıdır, TSK'nın askerleridir. Alçakça katledilen masum insanlar, Ak Parti mensupları, seçmenleri değil, aziz milletimin mensuplarıdır." diyor.  

Haklısınız da. Ama şimdi muhalefeti hatırlayan hükümet, bizi felakete sürükleyen kararların alınması esnasında, muhalefetin eleştiri ve görüşlerini neden dikkate almadı, onların da askerlerin, vatandaşların, uçakların güvenliği üzerinde söz hakkı olduğunu düşünmedi? Tek başına aldığın kararlar ile ülkeyi felakete sürükleyeceksin, batağın eşiğine geldiğimizde de sorumluluğu muhalefet de dahil herkese dağıtmaya kalkacaksın. Sahi senin adalet anlayışın bu mu?

Sayın Başbakan; Türkiye, siz yönetinceye kadar büyük devletti ve itibarı vardı! Hiçbir ülke bu kadar rahat ülkemize mütecaviz davranamıyordu, meydan okuyamıyordu, yaptıkları yanına kar kalmıyordu anlıyor musun!!!

Suriye’nin, İsrail’in ve diğer hangi ülkenin yaptığına karşılık verdik ki, “sabrımızı taşırmayın” deyip duruyoruz anlamadım. MAVİ MARMARAYI BU MİLLET UNUTMADI. Büyük devlet lafla olmaz, büyük devlet olmak karşı taraftan gördüğünüz saygı, itibar ve size karşı yapacağı davranışta temkinli davranma ihtiyacı duyma  ile ilgili bir şeydir.

Bak İsrail geldi gitti Suriye’yi defalarca bombaladı, Suriye karşılık verebildi mi?   HAYIR. Ya biz ne durumdayız? Sorarım size, Türkiye, Cumhuriyet tarihinde bu kadar zavallı hale düşürüldü mü hiç? Hiç bu kadar yapılan yanına kaldı mı bu ülkeye düşmanlık edenin? HAYIR.

Sayın Başbakan sıkıştı, halka söyleyecek laf arıyor,  "Yarın mahşer gününde rabbim bize soracak “Banyas’ta öldürülen o bebekleri gördün de ey Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ne yaptın?" diye. Ne diyeceğim.”  Şu egoya bakar mısınız!!! Adam öbür dünyada Cenab-ı Hakkın kendisine Başbakan unvanı ile hitap edeceğini düşünecek kadar aklını ve melekesini kaybediyor. Ya sen nasıl bir inanç adamısın? Yarın mahşer gününde  senin ne makamın kalacak ne de mevkiin.  Ananın adı ile anılacaksın, sana “Tenzile oğlu Recep Tayyip” diyecekler unutma.

Bir de şunu unutma; 20 Ağustos 1987 tarihinde Mardin Dargeçit’te beşiğinde uyuyan 4 aylık emzikli bebeğe kurşun sıkan,  9 Temmuz 1989 tarihinde Diyarbakır’ın Hani ilçesinde, 3 yaşındaki bebeği öldüren, 19 Ağustos 1992 tarihinde, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kundaktaki bebeğe makineli tüfekle saldıran, 24 Temmuz 1994 tarihinde, Van’ın Atabinen Köyü’nde 3 bebeğin uyurken canını alan, 27 Eylül 2011 tarihinde Batman’da, 26 haftalık hamile olan Mizgin Doru’nun ve doğduktan bir süre sonra da hayatını yitiren o bahtsız yavrusunun kanlıları  adalet önüne çıkmadan, ELLERİNİ KOLLARINI sallayarak Ülkeyi terk etmesine  göz yummanın, görmedim, duymadım, bilmiyorum diye üç maymunu oynamanın hesabını mahşer gününde vermeden, Irak’ta tecavüze uğrayan Müslüman kadınları sormadan, ABD’ye stratejik ortak ve BOP eş başkanı olmanın  hesabını vermeden,  Banyas’ta katledilen bebeğe sıra gelmeyecektir.

Ayrıca; Sayın Başbakan bilmelidir ki, Reyhanlı’da şehit olan, yaralanan, kaybolan vatandaşlarımızın sorumlulukları yakasındadır. Her iki cihanda bunun hesabını verecektir. Nasıl ki vatandaşa seçim meydanlarında din üzerinden mesajlar veriyorsa, yönetici olarak mesuliyeti de “dini hükümler içerisinden” almalıdır. Allah’a emanet olun, her gününün, her sözünün, her tavrının, her düşüncesinin sorumluluklarını bilen, hepsinde Rıza-i kelimetullah arayanlardan olun. Amin.