Aristokrat ya da sosyetik içi kof, dışı cilâlı ortamlara kapılır, kendi öz kişiliğimizden ve değerlerimizden uzaklaştığımızı, değiştiğimizi sanırız. Akıntıya kürek çekeriz. Havanda su dövmek gibi boşa tokmak sallarız. Başkaları gibi olma ya da özenme dürtüsü bizi kendimizden, öz benliğimizden koparır da bu kopukluğun acısını hissetmeyiz. Ta ki aldanışı algılayıncaya kadar… Bu kez de aldanışın boşluğuna düşmenin pişmanlığını, küçüklüğünü yaşarız. Oysa kendimize döndüğümüzde aldanışın küçük düşürdüğü özümüz derin yara alır. Kendimizi daha doğrusu yapay kişiliğimizi sorgulamaya alırız; acı da verse…
Oysa insan her konumda ve ortamda kendinden ya da gerçeklerinden kaçamaz. Kendimiz kendimize aittir. Bir başkası olamayız. Kişiliğimizi oluşturan öz, kimliğimize damgasını vurur; bu gerçekten kaçış yoktur. O özün üzerine yapay özler yapıştıramayız. Yapıştırsak da tutmaz. Kendimize ait olmayan her yapaylık bize yakışmaz, sırıtır durur. Aldanışı, yanılgıyı yaşatır ve de küçük düşürür. Albert Camus: “İnsan ne ise o olmayı reddeden tek yaratıktır,” diyor.
Kendi kendimiz olabilme, gerçeklerimizi kabul edebilme bir erdemdir. İnsan ne kadar kendinden kaçtığını, bir başka türlü göründüğünü sansa da kendinden hiçbir zaman kurtulamaz. Çünkü o öz, ona aittir. Gerçek değer özdedir; sözde ya da rolde değildir.
Toplumda, çevremizde yapay kişilikli bu tür insanlara çokça rastlarız. Olmadıkları gibi görünme dürtüsü, onları olmadık yerde zamanda çok küçük düşürür. İnsanlara beğenilme çabası ona güveni sarsar. Güvenmek ve güvenilir olmaksa mutluluğun, huzurun ve onurlu kişiliğin kaynağıdır. Gerçek değer burada aranmalıdır; bence…
Aldattığımızı sandığımız nice kişiler, bunu yüzümüze vurmasalar bile davranışlarında yansıtırlar. Bu olumsuz tavırla çevrede saygınlığımızın zedelendiğini anlamak bile doğru ve saygın değerler kazanmanın kapısını aralar, değil mi? Önemli olan kişinin kendi eksiğini bilmesidir. Bunu gelişiminde kullanma istenci ve erdemiyse olumlu kişilik gelişiminin yolunu açar; insanı erdem yetkinliğine taşır. Kişi yaşadığı çevrede saygınlığı yakalar, mutlu olur.
Bu gerçek değer, Mevlâna’nın dediği gibi: Kişiyi olduğu gibi görünme, göründüğü gibi olma yetkinliğine taşır ki gerçek mutluluk ve saygınlık bundan beslenir; yetkinleşir. Yaşam anlam kazanır, içimizde dışımızda demeye çalışıyorum; tutar mı bilemem…