Nereden geldiğini bilen, hali hazırda ne halde olduğunu anlayan, nereye gideceğini de nispeten öngörebiliyor. Zamanı “an” olarak anlayanların “hal”e sıkıştıkları, halin zindanında mahpus ve mahkum oldukları malum. Zamanı geniş bir periyot halinde (geçmiş, an, gelecek toplamında) görebilen dehalar, yarın ne olacağını genel hatlarıyla anlıyorlar.
Gelecek bilinir mi? Gelecek gaip değil mi? Deha da olsa geleceği bilebilir mi? Mesele aslında “doğru soruyu” sorabilmekte, doğru soru soramayanların doğru cevaplar bulması mümkün değil. Bazen de doğru soruları doğru çerçevede sormadığımız için doğru cevapları bulamıyoruz. Bu sorular, özü itibariyle doğru ama bahsini ettiğimiz çerçevede yanlış. Çünkü dehaların geleceği “bilmesinden” bahsetmiyoruz, süreçlerin nereden geldiğini, ne halde olduğunu, öyleyse nereye doğru gidebileceğini anlamak mümkün. Anlamak mümkün, ne var ki anlamak bilmek değil, süreçler her şeye rağmen başka türlü devam edebilir, herhangi bir noktada kırılabilir, herhangi bir tesir ile istikametini değiştirebilir. Anlamak ve öngörebilmek, “kesin bilgi” ile bilmek değil…
Dehaların yaşadıkları zamanda değil ilerde anlaşılması, onların gelecekte yaşadıklarını göstermez mi? Zamana derinliğine nüfuz etmek aynı zamanda geriye ve ileriye doğru nüfuz etmektir. İleriye doğru nüfuz etmek, geleceğin insanı olmaktır. Zamanda ne kadar ileriye doğru yol alabilirse (zamana ne kadar derinliğine nüfuz ederse) o kadar ilerinin (geleceğin) şahsiyetleridir ve insanlar o kadar sonra anlarlar. Öyleyse dehaları yaşarken anlamak, geleceği anlamak değil midir?
Zaman, dehalar üzerinde pilot uygulama yapar. Zamanın, kainata saçtığı mana önce dehalar tarafından farkedilir, keşfedilir, idrak edilir, ifade edilir. Tabii ki bu durum geleceği bilmek değildir lakin normal insanlar zamanın manasını keşfetmekte yavaştırlar, zamanın gerisinde giderler. Dehalar aslında zamanın ilerisinde yaşamazlar, normal insanlar zamanın gerisinde yaşarlar. Zaman, muhtevasını varlığa (kainata) savurduğunda, o muhtevanın neticelerinin zuhur etmesi biraz vakit alır, işte fark zamanın muhtevasına hızlı ve derinden nüfuz etmekle ortaya çıkar. Kainata saçılan muhteva, varlıkta etkilerini gösterip neticelerini vermeye başladığında anlamak, zamanın gerisinde kalmaktır, buna karşılık zamanın muhtevasına, daha neticeleri ortaya çıkmadan nüfuz etmek ise, zaman ile aynı süreci yaşamaktır. Bu durum, normal insanlara göre zamanın ilerisinde olmak şeklinde görünüyor.
Manayı (muhtevayı) saf halinde anlamak ile tezahür ettiğinde anlamak arasında geçen süre, dehaları zamanın önünde gösteriyor, oysa diğer insanlar zamanın gerisinde kalıyor, bunu anlatmak ise imkansız gibi bir şey… Herhangi bir süreç başladığında neticeyi görebilmek, sürecin muhtevasına derinliğine nüfuz etmekle kabilken, sürecin sonucunu söylemek “gelecek kehaneti” olarak anlaşılıyor. İnsanlar, kendi geriliklerini dehaların “geleceği bilme iddiası” şeklinde tarif ediyor ve tenkide tabii tutuyor. Sığlık her taraftan akıyor…
Zaman dehalar üzerinde pilot uygulama yapıyor, dehaların zihni evrenlerinde mayalanan muhteva oradan dünyaya süzülüyor. Meseleye böyle bakılınca zaman, dehaların kalp ve zihin dünyalarında akıyor. Böylece dehaların tefekküründen süzülen öngörüler umumiyetle gerçekleşiyor.
Zamanı geniş periyotta görebilmek ve süreçleri üç boyutu (mazi, hal, ati) ile takip edebilmek, geleceğe dair projeksiyonlar geliştirebilme, ihtimal öngörüsünde bulunabilme, tedbir alabilme imkan ve kudretidir. Lüzumlu mudur, muhakkak…
Dehaların bizzat kendileri bir ülkenin (veya milletin) gelecek projeksiyonlarıdır. Siyaset veya sair resmi devlet müesseseleri “gelecek projeksiyonları” hazırlamak yerine dehaları takip etmelidir. Dehalar tabii halleriyle gelecek projeksiyonlarıdır, onları takip etmek yerine fütüristik çalışma adı altında tuhaflıklar yapmaya gerek yok.
Dehaların kıymetini bilmek, kıymetleri nispetinde hürmet etmek, tefekkürlerine itibar etmek şart… Bir ülkenin en kıymetli “kaynağı” önce zekadır, sonra ise zekanın cem olduğu dehalar… Dehalarına gerekli ihtimamı göstermeyen ülkelerin petrol veya altın gibi tabii kaynakları aramaları biraz komik kaçıyor çünkü bulduklarında ne yapacaklarını bilmezler, nasıl değerlendireceklerini bilmezler, azami verimi nasıl alacaklarını bilmezler.
Türkiye’deki siyasi sistem (Kemalist rejim) orta zekalılara ayarlı olarak kurulmuştur, en fazla orta zekalıları tatmin etmeye kafidir. Bu sebeple de eğitim sistemini de “orta zekaya” ayarlı olarak kurmuş, yüksek zekaları ve dehaları öğütmüş veya intihar ettirmiş ve delirtmiştir. Kemalist siyasi rejimin değiştiğini anlamak için genelde “zeka”ya, özelde ise “deha”ya ne kadar kıymet verildiğine bakmak gerekir. Kurulmakta olan yeni siyasi rejim dehaları arayacak, bulacak, eğitecek ve gerekli ihtimam ve itibarı gösterecek midir? Eğer bunu yapmazsa, mahiyeti değişmiş (kemalizm yerine başka bir siyasi muhteva konulmuş) olsa bile siyasi rejim hala orta zekalılara hitap etmeye devam edecek demektir. Orta zekalılar üzerine kurulan siyasi rejimler, hangi ideolojiye dayanırsa dayansın, küçük iyilikler üretmekten başka bir başarı gösteremez. Küçük iyilikler, küçük doğrular, küçük güzellikler dünya çapında bir vizyon geliştirmeye kafi değil hatta ülkeye bile kafi değildir.
Hükümetin yabancı ülkelerdeki Türk bilim adamların memleketlerine dönmeleri için dikkatle yürüttükleri çalışmalar takdire şayandır. Beyin göçünü tersine çevirme hamlesi olarak kabul edilebilecek olan bu teşebbüs, “mevcut durum” için gereklidir. Bir şekilde yabancı ülkelere gitmiş, genellikle de gitmek zorunda bırakılmış insanların memleketlerine dönmelerini teşvik etmek, onlara itibar etmek güzel. Fakat konu daha derinde…
Ülke çapında faaliyet gösterecek bir “zeka merkezi” kurulmalı, bu merkez ülkenin tüm insan kaynaklarını (milli eğitimin katkılarıyla) taramalı, yüksek zekaları ve dehaları tespit etmeli, onlar için özel okullar kurmalı, önemli alanlara yönlendirmeli, tüm eğitim ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Bir çırpıda aklımıza gelen bu işlerden ibaret değil yapılacaklar tabii ki…Ne yapıp edip bu ülkede deha kültürünü geliştirmemiz gerekiyor. Deha kültürünün sıfır noktasında olduğu, dolayısıyla böyle bir kültürün başlığının bile bulunmadığı bir ülkede, dehaları “hayalperest”, “uçuk”, “ütopist”, “manyak” vesaire gibi isimlerle tesmiye etmek kaçınılmaz hale geliyor. Bu şekilde isimlendirdiğiniz insanlardan elde edilecek fayda nedir? Sıfır…
Ne var ki, dehaları delirtemezseniz eğer, onlardan elde edilecek faydayı sıfırlayabilirsiniz ama onların cemiyete, ülkeye ve devlete vereceği zararı asla sıfırlayamazsınız. Dehaların faydası da misilsizdir, zararı da… Bu sebeple onlardan faydalanmanın yollarını bulmak şart…